Yapay zekaya resim çizdirmenin en güzel tarafı, zamanında resmini çekmeyi akıl edemediğimiz, ama güzel ve değerli, önemli olduğunu sonradan anladığımız, aklımızda yer eden kişileri ya da sahneleri tekrar canlandırabiliyor olmak. Birinin elinde Elif Abla'nın buna benzer bir fotoğrafının olması çok düşük bir ihtimal. Benim anlatımlarından ortaya çıkan bu resimdeki kadın ona pek benzemiyor. Ama bir bütün olarak bakıldığında, benim kafamda yer etmiş olan çocukluk anılarımı canlandırmaya yettiğini düşünüyorum.
Elif Abla, evlere aslında bir görev için giderdi: "düğüne çağırıcı". Sabit telefonların dahi her evde olmadığı, iletişimin yüz yüze, haberleşmenin mektupla ya da telgrafla yapıldığı yıllardı. Bir evde düğün olacaksa, bunun duyurulmasının tek yolu vardı, o da bir düğüne çağırıcıyla anlaşmak. Hasır bir sepete şeker doldurulur, sepetin sapına düğün evindeki kişilerce çiçekli basmalar ve başka kumaşlar bağlanırdı. Düğün çağırıcısı, sepeti koluna takar, kapı kapı gezer, şekerlerden ikram ederek onları düğüne davet ederdi. Son zamanlarda, bastırılmış davetiyelerden de verdiklerini hatırlarım. Sepete bağlanan kumaşlar da düğün çağırıcısına kalırdı.
Elif Abla güler yüzlü, şefkatli, sıcak, anaç tavrıyla herkese kendini sevdirmişti. Kimse ondan bir kötülük gelebileceğini düşünmezdi. Herhangi bir misafir, uzaktan gelen bir akraba gibi ağırlanırdı. Aç olup-olmadığı ev sahibi tarafından sorulurdu.
Elif Abla'dan başka düğüne çağıran kadınlar da vardı. Ama bu işte en çok tercih edilen kişi oydu. Belki de bu işi en iyi o yapıyordu. Herkesle sıcak ilişkiler kurar, hal-hatır sorardı. Gittiği evde, yakın zamanda biri ölmüşse, onu ev sahipleriyle birlikte anar, hatta onlarla birlikte ağlardı. Lüzum ederse olası bir dedikoduya ya da çekiştirmeye katılırdı. İşinin bir parçası olarak şeker ikram ettiği için, zaten çocukların sevgilisiydi.
Elif Abla geldiği zaman, önce bir soluklanır, sonra gelişinin nedenini açıklardı: "Salime Abla'nın büyük çocuğu Selim'in düğününe buyurun. Cuma akşamı Marmaracık'ta, kız evinde kına, Allah nasip ederse Pazar akşamı da düğün, evlerinin önünde". Ardından, -bazen ev sahibinin sorması nedeni ile- sepetin sapındaki hangi kumaşı kimin bağladığını özenle anlatırdı: "Bu, gelinin kaynanasından. Bu, görümcesinden, bu da eltisinden...."
Elif Abla, işin yoğunluğuna ya da düğüne kalan süreye göre bazen bir şeyler yiyip kahve içecek kadar çok oturur, bazen de bahçeden içeri bile girmeden kapıdan görevini icra ederdi. Sokakta beni görüp, şekerimi verip, kimin düğününe çağırdığını söyleyerek tembihlediği olurdu: "Git şimdi babaannenle annene söyle, sakın unutma. Geldim saysınlar, kusura bakmasınlar."
Düğüne çağırma işi zamanla ortadan kalktı, Elif Abla da... Onu en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Bir gün, soyadının "Çekiççioğlu" olduğunu öğrendim. Çorlu Belediyesi'nin önündeki saat kulesini arkanıza alın. Omurtak Caddesi de önünüzde olsun. Karşıda taksi durağı göreceksiniz (Gözde Taksi). Karşıya geçin, durağın yanından Perşembe Pazarı'na doğru yürüyün. Önce Kowboy Büfe'yi geçin sonra Meltem Eczanesi'ni. Bir yandan da sokak isimlerinin yazılı olduğu tabelaları takip edin. Perşembe Pazarı'na iyice yaklaştığınızda, sol tarafta "Şehit Arif Çekiççioğlu Sokak" yazılı bir tabela göreceksiniz. Sonradan öğrendiğime göre, Arif Çekiççioğlu, Elif Abla'nın torunuymuş. Zaten Elif Abla da bu sokakta bir evde yaşamış.
Bu yazı, Elif Abla'nın bir fotoğrafını bile çekmeyi akıl edemeyip yapay zekaya uyduruk bir resim çizdirerek onu anma ayıbının bir köşesini olsun örter mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder