Sayfalar

27 Temmuz 2025 Pazar

Elif Abla

Yapay zekaya resim çizdirmenin en güzel tarafı, zamanında  resmini çekmeyi akıl edemediğimiz, ama güzel ve değerli, önemli olduğunu sonradan anladığımız, aklımızda yer eden kişileri ya da  sahneleri tekrar canlandırabiliyor olmak. Birinin elinde Elif Abla'nın buna benzer bir fotoğrafının olması çok düşük bir ihtimal. Benim anlatımlarından ortaya çıkan bu resimdeki kadın ona pek benzemiyor. Ama bir bütün olarak bakıldığında, benim kafamda yer etmiş olan çocukluk anılarımı canlandırmaya yettiğini düşünüyorum.

Elif Abla, evlere aslında bir görev için giderdi: "düğüne çağırıcı". Sabit telefonların dahi her evde olmadığı, iletişimin yüz yüze, haberleşmenin mektupla ya da telgrafla yapıldığı yıllardı. Bir evde düğün olacaksa, bunun duyurulmasının tek yolu vardı, o da bir düğüne çağırıcıyla anlaşmak. Hasır bir sepete şeker doldurulur, sepetin sapına düğün evindeki kişilerce çiçekli basmalar ve başka kumaşlar bağlanırdı. Düğün çağırıcısı, sepeti koluna takar, kapı kapı gezer, şekerlerden ikram ederek onları düğüne davet ederdi. Son zamanlarda, bastırılmış davetiyelerden de verdiklerini hatırlarım. Sepete bağlanan kumaşlar da düğün çağırıcısına kalırdı.

Elif Abla güler yüzlü, şefkatli, sıcak, anaç tavrıyla herkese kendini sevdirmişti. Kimse ondan bir kötülük gelebileceğini düşünmezdi.  Herhangi bir misafir, uzaktan gelen bir akraba gibi ağırlanırdı. Aç olup-olmadığı ev sahibi tarafından sorulurdu. 

Elif Abla'dan başka düğüne çağıran kadınlar da vardı. Ama bu işte en çok tercih edilen kişi oydu. Belki de bu işi en iyi o yapıyordu. Herkesle sıcak ilişkiler kurar, hal-hatır sorardı. Gittiği evde, yakın zamanda biri ölmüşse, onu ev sahipleriyle birlikte anar, hatta onlarla birlikte ağlardı. Lüzum ederse olası bir dedikoduya ya da çekiştirmeye katılırdı. İşinin bir parçası olarak şeker ikram ettiği için, zaten çocukların sevgilisiydi.

Elif Abla geldiği zaman, önce bir soluklanır, sonra gelişinin nedenini açıklardı: "Salime Abla'nın büyük çocuğu Selim'in düğününe buyurun. Cuma akşamı Marmaracık'ta, kız evinde kına, Allah nasip ederse Pazar akşamı da düğün, evlerinin önünde". Ardından, -bazen ev sahibinin sorması nedeni ile- sepetin sapındaki hangi kumaşı kimin bağladığını özenle anlatırdı: "Bu, gelinin kaynanasından. Bu, görümcesinden, bu da eltisinden...." 

Elif Abla, işin yoğunluğuna ya da düğüne kalan süreye göre bazen bir şeyler yiyip kahve içecek kadar çok oturur, bazen de bahçeden içeri bile girmeden kapıdan görevini icra ederdi. Sokakta beni görüp, şekerimi verip, kimin düğününe çağırdığını söyleyerek tembihlediği olurdu: "Git şimdi babaannenle annene söyle, sakın unutma. Geldim saysınlar, kusura bakmasınlar."

Düğüne çağırma işi zamanla ortadan kalktı, Elif Abla da... Onu en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Bir gün, soyadının "Çekiççioğlu" olduğunu öğrendim. Çorlu Belediyesi'nin önündeki saat kulesini arkanıza alın. Omurtak Caddesi de önünüzde olsun. Karşıda taksi durağı göreceksiniz (Gözde Taksi). Karşıya geçin, durağın yanından Perşembe Pazarı'na doğru yürüyün. Önce Kowboy Büfe'yi geçin sonra Meltem Eczanesi'ni. Bir yandan da sokak isimlerinin yazılı olduğu tabelaları takip edin. Perşembe Pazarı'na iyice yaklaştığınızda, sol tarafta "Şehit Arif Çekiççioğlu Sokak" yazılı bir tabela göreceksiniz. Sonradan öğrendiğime göre, Arif Çekiççioğlu, Elif Abla'nın torunuymuş. Zaten Elif Abla da bu sokakta bir evde yaşamış.

Bu yazı, Elif Abla'nın bir fotoğrafını bile çekmeyi akıl edemeyip yapay zekaya uyduruk bir resim çizdirerek onu anma ayıbının bir köşesini olsun örter mi? 

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Hüzün, Umut ve Ay Tutulması

     Hüzne alışmak lazım. Hayatımız hüzün dolu. Yazın bitişi hüzün, çocukluğumuzdan beri hayatımıza eşlik eden insanların, durumların, kurumların, binaların hayatımızdan çıkışı, vedalar, ve de çaresizlikler... Ne yapacağını bilememe, yapılanın doğruluğundan hep şüphe duyma, hayatı tam olarak anlayamama. Dermansız dertler, dermanı olan ama  bu dermana erişilmesi zor dertler, hepsi hüzün kaynağı...

    Yakın bir arkadaşımızın eşi hasta olmuş. Bir "tümör" vakası. Bu hastalığın hayatımıza girişi çok oldu, kullanılan terimlerin eskisi var, yenisi var. Tümör yerine "ur" derlerdi. Gazetelerdeki bulmacalarda çıkardı. Soldan sağa 5, iki harfli... Çok iyi bilmeme rağmen hemen yazamazdım. İçim acırdı. On yaşlarındaydım, ilkokulun sonu gibi, annemin sol uyluğunda "ur" çıkmıştı. Ameliyat, ardından İstanbul'da tedaviler. Çok zor, yıpratıcı bir süreç oldu. Sağlık hizmetlerine erişimin zor olduğu yıllar. Sosyal güvenlik ihmal edilmiş, maddi olanaklar kısıtlı. İstanbul'da yaşayan, Çapa'da bir eczanede çalışan, bu nedenle üniversite hastanesiyle ilişkileri olan bir akraba yardımı ile gerçekleşen radyoterapi ve kemoterapi tedavileri. Onların da adı değişikti, radyoterapiye "şua tedavisi" derlerdi. Bugün "ışın tedavisi" diyorlar. Kemoterapiye de "ilaç tedavisi" derlerdi. Hayatıma erken giren tıbbi terimler oldu. Kemoterapi sürecinde annemin saçları döküldü. Babamla İstanbul'a giderler, bir kaç gün kalırlardı. Annesiz olmanın hüznünü de erken yaşayanlardanım. Sağ, ama sağlıklı değildi. Var, ama yanımızda değildi. 

    Kemoterapinin son bir kaç seansını evde uygulamıştık. Torba dolusu ilaçlar gördüm. Yakınlarda oturan bir hemşire ile anlaştık, damar yolu açıp serumları takması için. Bu hemşirenin küçük bir kızı vardı. Annesi çalışırken onu ben oyalardım, elinden tutup gezdirirdim. Bir akşam gelmişlerdi. Onu oyalarken, gökyüzünde bir gariplik olduğunu önce bu küçük kız hissetti.  Ay tutulmuştu...

    Arkadaşımız ve eşi, dertlerine derman ararken, bütün yollar tek bir kişiye çıkmış. Meşhur bir doktor. Ameliyatı yapmayı kabul etmiş. Ama bedeli, kimine göre hiç, fakat şu anda ortada olmaması nedeni ile çok fazla. "Siz parayı hazırlayın, ben  yurt dışına gidiyorum, dönünce yaparım" demiş. 

    Öğrendiğimden bu yana kafam bu durumla meşgul. Arkadaşımızda bu para yok. Ama bu paranın çok daha fazlası pek çok kişide var. Üstelik boşta duruyor. Oysa bir insanın hayatını kurtarabilir. Doktoru merak edip biraz araştırdığımızda, gerçekten bu alanda en iyilerden biri olduğuna hemen ikna olduk. Çalışkanlığının karşılığını her türlü almış ve almaya devam ettiği de açıkça görülüyordu. İstediği paraya hiç ihtiyacı olmadığı, paylaşımlarından ve sürdüğü hayattan belliydi. Buna rağmen, küçük bir indirimin dışında, var olanın üzerine daha fazlasını koymaktan taviz vermemişti.

    Doktor haklı mı? Bir alanda en iyi olmak, o alanda en çok parayı kazanmayı gerektirir mi? Biz doktorun bu kadar çok para istemesine isyan etmekte haklı mıyız? Belki bu doktor pek çok hastayı hiç para almadan ameliyat etmiştir. Yoksa arkadaşımızı ve eşini bu masrafı karşılayabilecek güçte mi gördü? Bir ülkenin vatandaşı hastalandığında bu parayı vermeye mahkum mu? Bu para bulunmazsa doktor ameliyatı yapmayacak mı?

    Bu ve benzer pek çok soru kafamda dönüp duruyor. Ameliyatın kısa zamanda yapılması gerekiyor. Paranın bulunması için pek çok kişi çaba gösteriyor. Bir yardım kuruluşu herhalde ameliyatın yapılacağı hastaneyi ikna etmiş olacak ki, ücrette biraz indirim yapılmış. Toplanan para da gerekli olana yaklaşmış.

    Sürecin nasıl devam edeceğini merakla, umutla, ama en çok da "hüzünle" bekliyorum. Evet, hüzünle yaşamaya alışmak lazım, yanına umudu da koyarak...

21 Temmuz 2025 Pazartesi

İlginç Bir Mezuniyet Töreni

 



    









    Deniz'in Torino Üniversitesi İşletme Okulu'ndan (School of Management) mezuniyet töreni, alşılagelmiş mezuniyet törenlerinin dışındaydı. Her şeyden önce, sosyal inovasyon konusunda uzman olan misafir öğretim üyesi bir profesörün (Alex Murdock) bu konuda bir sunum yapması, bizi oldukça şaşırttı. Adeta bir ders gibi, slaytlarla hazırlanmış olan sunum, kendisini sosyal inovasyon konusundaki örnek projelerini de içeriyordu. Sunum, resimde de gördüğünüz bir tavsiye cümlesiyle sona erdi: "GELECEĞİNİZİ TAHMİN ETMENİN EN İYİ YOLU, ONU YARATMAKTIR" 

    Tören bir amfide gerçekleşti. Orta bölmeyi mezunlar için ayırmışlardı. Sağ ve sol bölümlerde ise anne-baba, arkadaş ve diğer misafirler oturdu. Her öğrencinin sanırım 5 misafir getirme hakkı vardı. İsimler önceden öğrenci tarafından bildirilmişti ve salona girişte kontrol edildi.

   Mezunlar cübbe ve kep giymediler. Başlarında önceden çiçekçilere defne yapraklarından yaptırılan bir taç vardı. İsimleri tek tek okundu ve ayağa kaldırılarak alkışlandılar. Ardından geriye sayım yapıldı ve önceden oturacakları yerlere bırakılmış olan sırt çantalarını havaya attılar. Tören burada sona erdi.

    Ardından, her öğrenci kendi çevresiyle dışarıda şampanya ve konfeti eşliğinde küçük birer kutlaması oldu.

    Bu törene katıldığımız için mutlu olduk.

Teneke Kurabiye Dikiş Kutusu ve İncil’den bir Ayet

Kızımın kaldığı evde, ev sahibinden kalan bir dikiş kutusu var. Eskiden kurabiye kutusuymuş -böyle bir kullanımın örneklerine sıkça rastlamışızdır- Kutunun içinde ahşaptan yumurtaya benzer bir nesne var. Buna "dikiş yumurtası" deniyor. Yama yaparken kumaşa düz bir zemin hazırlayıp daha kolay çalışmak amacıyla kullanılıyor. Bunun dışında çeşitli renklerde makaralar, ipliği iğneye geçirmek amacıyla kullanılan bir düzenek vb. her türlü dikiş malzemesi var. Buna benzer bir kutu, bizde de her evde bulunur. Teneke kutunun kapağının iç kısmında İncil'den bir ayet var. İtalyanca yazının tercümesi şöyle:

"Rabbe ait olduğunuz için her zaman sevinçli olun. Tekrar ediyorum, her zaman sevinçli olun. Tüm insanlar sizin iyiliğinizi görsün. Rab yakındadır! Hiçbir şey için kaygılanmayın, ama her durumda dileklerinizi Tanrı'ya dua ederek, yalvararak ve şükranla bildirin. Ve Tanrı'nın her anlayışı aşan esenliği, yüreklerinizi ve düşüncelerinizi Mesih İsa da koruyacaktır"

Dikiş kutusu nasıl benzerse, Kuran'da da aynı mesajı veren ayetler vardır. Bu dikiş kutusu, hayatların benzerliği konusunda da beni düşürdü. Belki ev sahibi kadın, çocuklarının okuldan dönmesini beklerken onların çoraplarını yamayıp söküklerini dikiyordu. Gözü kutunun kapağındaki ayete  takılıyor, kendini şöyle bir toplayıp onu okuyor, iç geçirip "amin" diyordu. Belki inanışının gereği olan sorumluluklarını yerine getirme konusunda rahatsızlıkları aklına geliyor, bundan sonrası için daha iyisini yapmaya karar veriyordu. Kim bilir?

Başka bir ülkede bir süre vakit geçirmenin, ancak oradaki hayatların bunun gibi detaylarının farkına varmakla anlamlı olduğunu düşünüyorum. 
 
Ersen ÖZBAŞARAN

19 Temmuz 2025 Cumartesi

Altan Öymen’in Ölümü

Gazeteci-siyasetçi Altan Öymen'in öldüğünü bugün öğrendim. Bir dönem CHP'nin genel başkanlığını yapmıştı. Ama ben kendisini en çok Nazlı Ilıcak, Kadri Gürsel ve yanılmıyorsam Nagehan Alçı'yla yaptıkları program ile hatırlayacağım. O programlarda Fethullahçıları savunan N. Alçı ve N. Ilıcak'a karşı üslubunu bozmadan fikirlerini savunmasını hiç unutmayacağım. 


Ersen ÖZBAŞARAN

18 Temmuz 2025 Cuma

Dönüyoruz.

Bir hafta geçti gitti. Bu haftaya Torino'nun dışında iki yerde deniz tatili, Deniz'in mezuniyet töreni ve Torino'da az da olsa küçük gezintiler sığdırdık. Şimdi dönüş yolunda, otobüsteyiz. Güzel bir hafta geçti. Şimdi Türkiye'deki gündemimizle yüzleşme zamanı. 

Ersen ÖZBAŞARAN

16 Temmuz 2025 Çarşamba

Kral Vittorio

İtalyanca'da iki sert sesiz harf yan yana geldiğinde ve ikincisi 't' ise, birincisinin de 't' olarak yazıldığına dair bir tahminim var. Örnekler: Optik-Otticia, doktor-dottore. İşte İtalyan Kralı II. Viktoria Emanuele'nin adı da "Vittoria" olarak yazılıyor. Hatta (yanlış görmediysem) 'Emanuele' değil de 'Emanvele'. Resimdeki heykelin yazısını görüntüleyemedim Ancak sanırım öyle, Emanvele. Sanırım yazı dilinin konuşma diline uyarlanması durumu var. 


Ersen ÖZBAŞARAN